Rumlar neden destekleniyor
Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY), Kıbrıs sorununun çözülmemiş olduğu bir safhada, 1 Mayıs 2004 tarihinde Avrupa Birliği (AB) üyesi olmuştur. GKRY’nin AB üyeliği hiç kuşkusuz bugüne kadar gerçekleşen en sorunlu katılımdır. [1] Güney Kıbrıs’ın üye olmasıyla birlikte AB kendini sorunlar yumağının içinde bulmuş ve Doğu Akdeniz’deki en önemli ve stratejik aktörlerden biri olan Türkiye ile pek çok konuda karşı karşıya gelmek zorunda kalmıştır. Tarihsel olarak bakıldığında sosyal sözleşme anlayışının ve uluslararası hukuka uyumun modern Avrupa değerlerinin oluşmasında ana faktörler olduğunu görürüz. Birliğin kurucu anlaşmalarına ve genişleme sürecine baktığımızda AB’nin temel hukuksal dayanakları arasında tüm aday ülkelere “aynı prensiplerin” uygulanmasını ve hiçbir ülkeye “ayırım yapılmaması” anlayışına rastlıyoruz. Yine benzer bir şekilde AB üyeliği sürecinin “pazarlıklar” içermediği ve tüm meselenin önceden belirlenen kurallara uyup uymamakla ilgili olduğunun sıkça ifade edildiğine tanık oluyoruz. Bütün bunlara rağmen, GKRY 1 Mayıs 2004’te AB’nin temel ilke ve prensiplerine aykırı olarak birliğe üye olmuştur. Üstelik adada yaşayan iki toplumun fiilen ayrıldığı 1964 yılından itibaren Kıbrıs’ın tamamına egemen olmayan Rum tarafı tüm Kıbrıs’ı temsilen üyeliğe kabul edilmiştir. Böylelikle AB tarihinde ilk ve muhtemelen son kez bir devlet, sınırlarının dışında ve kontrolü altında olmayan topraklarda egemenlik iddia ederek üye olmayı başarmıştır. Rum tarafının üyeliğindeki çelişki ve gariplikler bununla da sınırlı değil. Bu katılım, ismini dönemin Fransız Başbakanı Edouard Balladur’dan alan ve 1995’te imzalandıktan sonra genişleme sürecindeki aday ülkelerin uyması için temel prensip kabul edilen “Balladur İstikrar Paktı”nda yer alan “AB’ye üyelik ancak komşularıyla iyi ilişkiler içinde olan ve aralarındaki sınır sorunlarını çözmeyi başaran ülkeler için mümkündür” prensibiyle de çelişmekte. Sınır çatışmaları olan veya azınlıklar yüzünden çatışma içinde olan hiçbir ülkenin AB üyesi olamayacağını vazeden birlik, Avrupa’da en ciddi sınır sorunu olan ülkeyi birliğine kabul ederek kendi prensibini hiçe saymıştır. Rum tarafının tek taraflı olarak AB’ye üye olması uluslararası anlaşmalara da aykırı. Kıbrıs Cumhuriyeti’ni kuran temel anlaşmalardan olan 1960 tarihli Garanti Anlaşması, Kıbrıs’ın Türkiye ile Yunanistan’ın birlikte üye olmadıkları siyasi ve ekonomik örgütlere katılımını kesin olarak yasaklamıştır. Ayrıca Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası da Türkiye ve Yunanistan’ın birlikte taraf ya da üye olmadıkları uluslararası örgütlere üyelik konusunda adadaki her iki toplumun da birbirilerini veto hakkına sahip olduğunu kesin bir ifadeyle deklare etmiştir. Tüm bu gerçeklere rağmen Güney Kıbrıs’ın üyelik sürecinde ne Kıbrıslı Türkle- rin veto hakkı ne de Türkiye’nin AB üyesi olmaması gibi temel anayasal prensipler dikkate alınmıştır. Sonuç olarak AB’nin aceleci, çelişkili ve uluslararası hukuka aykırı olarak aldığı Güney Kıbrıs’ın üyelik kararı birliğin sadece ekonomik ve siyasi gücünü değil, aslında bütünlüğünü ve geleceğini de tehdit etmektedir. Rum ve Yunan tarafı gibi sınırlı siyasi, ekonomik ve demografik gücü olan iki ülkenin AB’nin tüm Doğu Akdeniz siyasetini kendi çıkarları doğrultusunda manipüle etmesi zamanla birlik içerisinde de ciddi bir muhalefetle karşı karşıya kalacaktır. Aynı GKRY kararında olduğu gibi, AB’nin şu an Türkiye’ye karşı sergilediği yanlı tutumun yanlışlıkları ve ağır faturası belli bir zamandan sonra çok daha net anlaşılacaktır. Bir başka ifadeyle, AB’nin geçmişin prangaları arasında yaptığı gelecek arayışları yapılan hatalardan dolayı kolay olmayacaktır.