Fransa’nın derdi ne?

Emel Şerife Hasçağan

Fransa’nın derdi ne?

ABD birkaç yıl önce Doğu Akdeniz’deki doğal gaz ve petrol rezervlerini tah­mini olarak açıkladıktan sona, Libya, Mısır, İsrail, Lübnan, Suriye, Türkiye ve Yunanistan’da yeni bir dönemin adımı başlamış oldu. Gelinen süreç içerisinde Akdeniz’e kıyısı olan ülkeler petrol ve doğal gaz arama çalışmalarına başladı. Daha sonraki dönemler­de birbirine yakın devletlerin kıta sahanlığı sorunu çıktı. Bunun en önemli örneği Türkiye ve Yuna­nistan arasında oldu. Yunanistan, adalarından dolayı ülkemizin kıta sahanlığını yok sayarken, Avru­palI devletler de buna destek veriyor. Gerçekte olan böyle bir kural ve maddenin olmayışıdır. Yunanistan’ın bu tutumu Avru­palI devletler tarafından sürekli destekleniyor. Bunu alenen ya­pan da başta Fransa oldu. Peki Fransa neden bu kadar haksız davranıyor? Fransa Orta Do- ğu’da yüzyıl önceki eski kolonile­rine dönmenin, Libya’da İtalya’nın yerini almanın ve Doğu Akdeniz’de enerji kaynaklarından yararlanma­nın peşinde. Bu politikayı bugünün koşullarında yalnız başına uygu­laması kuşkusuz mümkün değil. Ama peşinden AB’yi sürüklemek ve giderek seçilme şansı artan ABD başkan adayı Joe Biden’a yaslanmak suretiyle, yüzyıl öncesi­nin büyük güçlerinden biri olarak bu politikayı başarıyla uygulayaca­ğı umudunu taşıyor olsa gerek. Fransa bu politikasının önünde engel olarak Türkiye’yi görü­yor. Her ne kadar kamuoyunun önüne Erdoğan atılıyor olsa da, Macron yaptığının Türkiye karşıtlığı olduğunun farkında. Bu karşıtlık ikili ilişkileri kâğıt üstünde Franklin Bouillon’un 20 Ekim 1920’de imzalayarak Fransa’yı savaştan çıkardığı An­kara Anlaşması öncesine taşıma riski barındırıyor. Bu risk iki ülkenin sıcak savaşa gireceği anlamına gelmiyor elbette; zira yüzyıl ön­cesinde bile Türkiye’ye karşı itilaf cephesi içinde vekiller kullanılarak yapılan bir savaş söz konusuy­du. Ama kabul etmek gerekir ki bu politikanın sürdürülmesi ikili ilişkilerde onarılması güç gedikler açabilir. Hatta geldiğimiz noktada bile, Fransa’ya karşı güvensizlik duygusunu körüklediğini söylemek mümkün. Kuşkusuz bundan çok daha önemlisi, 21. yüzyılda dün­yamızın hâlâ uluslararası hukuku bir tarafa bırakarak böyle bir riski göze alan politikalarla karşı karşıya kalabiliyor olması; bu hem üzücü hem de insanlık adına utanç verici.

 

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.