Fransa’nın Akdeniz’deki tutumu
Fransa cumhurbaşkanının Türkiye’ye yönelik izlediği politikaların bir diğer sebebi ise iç politikada yaşadığı sıkıntıların artmış olması. Bir yandan aşırı sağcıların oylarının artması, diğer yandan “sarı yelekliler” olaylarının yarattığı etkiler ve şimdi de yeni tip koronavirüs (Kovid-19) pandemisinin yol açtığı sorunlar göz önüne alındığında, Macron’un ekonomik ve siyasi açıdan kendi iktidarını sürdürmeyi destekleyecek girişimleri önem taşıyor. Örneğin dış siyasette Yunanistan’ı veya Libya’daki darbeci General Halife Hafter güçlerini desteklemesi, bir yandan Fransa’nın bu ülkelere silah satışlarını artırarak ekonomik getiri sağlamaya yöneliktir. Öte yandan, siyasi olarak içeride aşırı sağcılara karşı elini güçlendirecek, dışarıda ise Fransa’nın AB’de ve NATO’daki rolünün, dolayısıyla Avrupa’daki rolünün de güçlenerek büyümesine yol açacaktır. Fransa’nın Libya’da Türkiye’ye karşı sergilediği tutum hem Birleşmiş Milletler (BM) hem de NATO açısından kabul edilmeyen Hafter yönetimi ve onun diğer destekçisi Rusya nezdinde muteber olmakla birlikte AB tarafından bu tutuma göz yumulmakta. Bu noktada aşırı sağcıların Avrupa genelinde artan oy ve etki alanlarına bir kez daha vurgu yapmak önem taşıyor. Aşırı sağ partilerin Avrupa’da gittikçe daha “normal” hale gelmesi ve kamuoyunun ilgisine mazhar olması merkezdeki partileri de dönüşüme zorluyor. Öte yandan Avrupa Parlamentosu’nda (AP) ve birçok Avrupa ülkesinde yapılan son yerel ve genel seçimlerde Yeşiller partilerinin aldığı oy oranları merkezdeki partilerin işini iyice güçleştirmekte. Dolayısıyla Macron’un takip ettiği siyasette olduğu gibi yabancı ve/veya Türk düşmanlığı, kamuoylarının ilgisini ekonomik, sosyal ve siyasi sorunlardan başka konulara yöneltmeye yarıyor ve seçimlerde prim yapıcı bir malzeme olarak kullanılıyor. Bu bağlamda, Fransa’daki son yerel seçimlerde hezimete uğrayan ve hiçbir büyük şehri kazanamayan Macron’un, 2022’de yapılacak cumhurbaşkanlığı seçimleri için yaptığı yatırımlardan birinin Türkiye’ye karşı takındığı tutum olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.
Macron’un izlediği bu tehlikeli ve düşmanca tutum, başta Doğu Akdeniz olmak üzere bu coğrafyalarda tüm aktörler için kıvılcımları aniden yangına dönüştürme potansiyelini ve riskini barındırıyor. Son dönemde AB yetkililerinin ve AB üyesi liderlerin sağduyudan yoksun ve tek taraflı açıklamalarını da göz önüne alırsak tehlikenin boyutu daha iyi anlaşılabilecektir. Bu noktada olması gereken, AB’deki âkil insanların fotoğrafı doğru görebilmeleri ve acilen diplomasi dilini hızlı ve adilane bir şekilde çalıştırabilmeleridir. Türkiye ise yukarıda özetlenen stratejik denklemin parametrelerini doğru okuyabilmeli ve sert gücü masada tutarken, yumuşak gücünü ve diplomasi alanını daha etkin bir şekilde kullanmaya devam etmelidir.