Her Ramazan ayında her nesil, içinde yaşadığı zaman diliminde, kendi çocukluğunun hislerine bürünür ve “Nerede o eski Ramazanlar” diye sorar. Eski Ramazanların güzel hatıraları gönlümüzde, aklımızda kalmıştır. Hep canlıdır, cezbedicidir ve ‘Keşke yine o günleri aynı duygularla yaşayabilsek’ diye düşünürüz. Ama nafile…
Eskiden sanki her şeyin daha bir tadı, tuzu vardı değil mi? Sıklıkla dile getirdiğimiz gibi, içerisinde bulunduğumuz dönemde sosyal medyanın hayatımıza ciddi etkileri var. Şimdi insanlar anlamını falan bilmeden, etmeden, okumadan hazır mesajlar atıveriyor. İki parmak dokunuşuyla iş çözülüveriyor. Tabii ki de iyi, hoş temennilerde bulunmak güzel bir şey ama bu işler sadece mesajla olmuyor demek ki birçoğumuz “Nerede o eski Ramazanlar” muhabbetini yaptığımıza göre.
Çocukluğumuzu yaşadığımız dönemde bolluk değil, yokluk vardı, imkan değil, imkansızlık vardı ama her şey daha bir güzeldi sanki. Bir tadı vardı hayatın, sanki daha anlamlıydı. Öyle çok uzun yıllar öncesinden de bahsetmiyorum yani daha dünkü mevzular. Şimdi o yıllar hep bir rüyaymış, hayalmiş gibi hafızamda. Hayatımız ne kadar uzun olursa olsun o kısa geçen çocukluk yıllarını hiç unutmayacakmışız gibi geliyor. Keşke o dönem insan ömrünün yarısının geçtiği dönem olsaydı.
İftar yaklaşırken sokaklarda koşturur, “Ezan okundu, okunacak” diye bağırırdık. Akranlarımızla koşturup, birbirimizi yakalamaya çalışırken iftar vakti gelirdi sonra iftar sofrasına otururduk. Sahur vakti geldi mi elimize bir teneke falan geçirir, sesler çıkarırdık. Çoluk, çocuk o gürültüden uyanırdı. Sahura kaldırmadıklarında büyüklerime kırılırdım. Sahurun keyfi, sahurda içilen çayın, yenilen ekmeğin tadı bir başkaydı çünkü…
Büyüdük. İmkanlarımızın artacağını, büyüdükçe daha mutlu olacağımızı zannederek büyüdük. Ey büyüyenler, hayal kırıklığına uğradınız değil mi? Çocukluğumuza madem dönemiyoruz, zamanı geri almak madem imkansız bir şey, o zaman biz de içimizdeki çocuğu canlandıralım. Küçük şeylerle mutlu olalım. Kibirden, nefretten kurtulalım…
Herkese iyi hafta sonları.