Babacığım, haberleri izleme ve gündemi takip etme özelliğim yok. Biliyorsun ben z neslindenim. Ama bu demek değildir ki kamuoyunda olup biten çoğu şeye biganeyim. Zaman zaman göz ucuyla da olsa ülkede olup bitenlere kulak kabartıyorum. Ülkemi çok seviyorum. Yaratılanlar, Yaradan’dan ötürü kabulümdür. Fakat ne ülkemi ne de insanımızı anlayabiliyorum. Hele siyasileri hiç anlamıyorum. —Bu kanaate nereden vardın evlat?
—Ülkemde gökkuşağının tüm renkleri olmasına rağmen renkler ikiye indirilmiş, her şey siyah ve beyaz üzerine kurulu. Bir şey ya siyahtır ya da beyaz. Bugüne kadar hiç ortasını görmedim. İnsanlar birileri tarafından kutuplaştırılmış. O birileri, yeri geliyor pireyi deve yapıyor yeri geliyor, deve pire kadar yer kaplamıyor. Birileri özellikle siyasiler, gündem olarak halka ne dayatıyorlarsa halk kendilerine dayatılan gündemle yatıp kalkıyor. Saflar da hazır: Ya siyahı ya da beyazı seçecekler. Örnek vermem gerekirse, bir konuda doğru ve yanlış belli olmasına, bir sözü kimin söyleyip söylemediği bilinmesine rağmen gözünün içine baka baka “falan söyledi" denebiliyor. Halk da falanın söylemediğini bildiği halde buna inanıyor.
Ölümüne sevgi, ölümüne kutuplaşma dedikleri böyle bir şey olsa gerek. İnsanların gözü kör olduğu gibi vicdanları da körelmiş. Nabza göre şerbet veriliyor. Durmadan zikzak çiziliyor. U dönüşü yapılıyor. Böyle, doğru nasıl ortaya çıkacak? Konuşuyorum ama bir şey demiyorsun?
—Ne diyeyim evlat. Sözün bittiği yerdeyiz zira. Tespitlerinde yerden
göğe haklısın ama alacağın yok. Zira büyüklerimiz daha iyi bilir. Biz ne anlarız ki bu işlerden. Onlar ne dedi ise biz buna teşneyiz.
—İyi de doğruya doğru, yanlışa yanlış demek gerekmez mi?
— Öyle demek gerekir ama hiç tavsiye etmem. Sonra kimse doğrunun peşinde falan değil. Onlar, bu doğru derlerse bizim için doğru odur. Yanlış demişlerse bizim için yanlış odur. Hak ve haklı arama. Zaten ararsan da bulamazsın. Bulsan da alacağın olmaz. Hak dediğin şey gücün elindedir. Güç ise daima haklıdır. “Üst daima haklıdır, bilhassa haksız olduğu anlarda" sözünü de hiç unutma. Zira bu ülkede bu işler böyle yürür. Bundan, gücün peşinde koşanlar da memnun, gücü elinde bulunduranlar da. Neyse fazla uzatmadan şu hikayeyi anlatayım da ne demek istediğim daha iyi anlaşılmış olsun:
“Küfeli bir Hz. Ali destekçisi, dişi devesi ile Şam’a gitmiş. Devesini bir direğe bağlamış. İşini gördükten sonra döndüğünde, Şamlı bir tüccarın devesine sahip çıktığını görmüş. ‘Bu deve benim erkek devem’ diyormuş Şamlı. Tartışmışlar ama sonuç alamayınca görevliler gelmiş. Konuyu Şam Valisi Muavi- ye’ye götürmüşler.
Muaviye meydandaki ahaliye sormuş: ‘Bu deve Şamlının mı Küfeli- nin mi?’
Ahali bağırmış: ‘Şamlının’ (bence de)
Muaviye sormuş: ‘Deve erkek mi dişi mi’ diye.
Ahali, deve dişi olduğu halde hep birlikte bağırmış: ‘Erkek’ (bence de) Muaviye, Küfeliyi yanına çağırıp şunu söylemiş: ‘Git Ali’ye söyle, Şam’da bir Vali var. Dişi deveye erkek deyince inanan binlerce taraftarı var."
Burada tüm suç Muaviye’nin mi yoksa rakibine karşı güç gösterisinde bulunan, ona aba altından sopa gösteren Muaviye’ye; şeksiz şüphesiz, ölümüne destek veren Şamlıların mı? Suçun tümü güç zehirlenmesi yaşayanda mı yoksa gerçeğin hilafına olmasına rağmen ona destek veren halkta mı? Karar sizin.
Aman, neyse ne. Bir konuda büyüklerim ne diyorsa odur benim için. Doğru mu? Hiç umurumda değil. Doğru dediğin nedir ki sonra...