Oğlum Bana İsyan Bayrağını Çekti

Barbaros Ulu

—Babacığım, falana niye çok kızıyorsun? Üstelik kızmakla da kalmayıp ihanet içerisinde olduğunu söylüyorsun.

—Hain de ondan.

—Nereden hain oluyor? Senin ardından gizli-kapaklı iş mi çevirdi?

—Evet.

—Ne yaptı?

—Birlikte çalışıyorduk. Ayrıldı gitti. Gittiği yerde de benimle birlikte yaptığı işi yapmaya kalktı.

—Anlaşamadı iseniz, ayrılması ve daha önceki yaptığı işi yapması doğal değil mi? Ne yapacaktı başka? Karalar bağlayıp eve çekilip oturacak mıydı? Bu evlilik değil ki. Ki evliliklerde bile baktın geçim olmuyor. Kimsenin hoşuna gitmese de ayrılık olabiliyor. Nasıl ki evliliği bitirenler bir başkası ile yeniden yuva kurabilme hakkı elde edebiliyorsa bu da varsın, seninle birlikte iken öğrenip tecrübe kazandığı işi yapsın.

—Bilmediğin bir şey var. Olur olmaz konuşma.

—Neymiş o?

—Senin o tecrübe dediğin şeyi bana borçlu. Bugün meşhur biri ise sayemdedir. Zira onu o makamlara ben getirdim.

—Getirdiysen, ehil biri olmalı. Ya değilse getirmezsin.

—Doğrusunu söylemek gerekiyorsa, ehil biri değildi. Sayemde oldu hepsi. Kısaca varlığını, tanınırlığını, her şeyini bana borçlu. Nankörlüğü de bundan.

—Bir dakika. Sen onu ehil biri değilken mi o kadar sorumlulukları verdin?

—Evet.

—Üstüme iyilik sağlık. Sen değil miydin, emaneti ehline verin fermanını bize sık sık hatırlatan, Ömer’in adaletle ilgili uygulamalarına atıf yapan, zaman zaman Ömerler arayan? Gerçekten ağzından çıkanı kulağın duyuyor mu senin? Ne oldu sana böyle? Hele liyakati yokken onu oraya ben getirdim demen itirafı gaftan da öte bir şey. Buna özrü kabahatinden büyük denir. Yakışır mı bilmem ama buna “Şecaat arz ederken merdi Kıpti sirkatin söyler” de denebilir. Suçüstü yakalanmadır bu. Ayrıca “İş, ehli olmayana verildiği zaman kıyameti bekle” hadisini nereye koyacağız bu durumda?

—Oğlum, nereden bilebilirim böyle hain olacağını. Hem ben onu bulup getirmeseydim, onu kim tanırdı? Onun bu yaptığına yediği kaba pislemek denir.

—Hep diyorsun ki onu ben getirdim, değilse o bir hiç idi. Buradan gidersek, bir zamanlar sende bir hiç değil miydin? Tanınıyor muydun? Geldiğin yerlere, aldığın sorumluluklara seni biri getirmedi mi? Üstelik sen de seni bir yere getirenleri bırakarak onların işini nicedir yapmıyor musun? Çırak bile ustasından öğrendiğini ayrı dükkan açarak rızkını temine çalışır. Ustam beni nankör görür deyip çırak usta olduktan sonra da mı ustasına çalışacak? Sen yaparken iyi, başkası yaparken kötü değil mi? Bırak aynı işi yapsın. Müşterisi olmazsa kapatır tezgahı. Tamam, bir O, bir ben varım. Bir başkası nazarımda benim marabam diyorsun. Yahu şu etrafına bir bak. Kırıp döktüklerin yüzünden başım öne eğik. Kimsenin yüzüne bakamıyorum. Kimi görsem, babam buna ne yaptı psikolojisini taşır oldum. Halbuki dün başım eğikken sayende başım dimdik olmuştu. Bugün yine sayende başımı kaldıramıyorum utancımdan.

—Ben ne yaptığımı biliyorum. Sen de nankörlük yapma.

—Beni boş ver de diyelim ki insanları bir yere ehil olmadığı halde iyilik olsun diye getirdin. Sonra nankörlük yapıp çekip gittiler. Çekip giden olduysa, işine yoğunlaşman gerekmiyor mu? Giden insanın ardından konuşmak, yaptığın iyiliği başa kakmak da ne oluyor? Sen ne ara böyle başa kakar oldun. Sana göre kim senden ayrılmışsa, kim seni desteklemiyorsa katıksız nankör.

—Nankörler tabi. Zira her şey sayemde oldu. Kadir kıymet bilmeyene böyle haddini bildireceksin.

—Yahu sen değil miydin, iyilik yap, denize at diyen? Sen değil miydin, zekat ve sadaka verirken bile insanların onurunu korumak için sağ elin verdiğini sol el görmeyecek diyen?

—Şu konuştuklarına bak. Nasıl oğlumsun anlayamadım. Demek ki seni iyi yetiştirememişim diyeceğim ama bende bir hata yok. Zira ben hata yapmam. Neyse, bunu da geçtim. Merak ediyorum, sen kimden yanasın?

—Oğlun da olsam, ben haktan ve doğruluktan yanayım baba. Senin bir zamanlar emaneti ehline vermek lazım, sağ elin verdiğini sol el görmeyecek, halka hizmet Hakka hizmet sözlerini düstur kabul ediyorum ama görüyorum ki dil başka söylüyor, uygulamaların başka. Hasılı, senin bir zamanlar doğru olduğuna inandığım doğrularını savunacağım ama gittiğin yoldan gitmeyeceğim. Zira ele verir talkını, kendi yutar salkımı seninkisi. Ben Ömer aramayacağım, Ömer olacağım. Ben elimde imkan olursa emaneti ehline vereceğim. Görev verdiğime de nankör demeyeceğim. Benden ayrılanın ya da ayrıldığım kimselerin aleyhine konuşmayacağım. Öküz öldükten sonra da ortaklığı bozmayacağım. Ayrı kulvarlarda rakip bile olsam, geçmiş iyi günlerin hatırına dostlarımın aleyhinde konuşmayacağım.

—Son sözün bu mu?

—Sana son sözüm, durmadan başa kakacaksan, ne olur iyilik yapma. Seni her bırakıp gidene hain diyeceksen, ne olur, kimseyle çalışma. Nasılsa sende Allah vergisi bu yetenek var. Bir başına didin dur. Başka da ne diyeyim? Son olarak bir de şunu söyleyeyim. “Allah’ı ve peygamberini seviyorsan, ya hayır konuş ya da sus. Ne olursun, Allah rızası için sus. Zira konuştukça batıyorsun. Her konuşman bir önceki savunduklarını nakzedecek şekilde çelişkilerle dolu. Durum bu iken bir de benim kitabımda geri dönmek yok demen yok mu? Deme bari. Çünkü gördüğüm kadarıyla dilinin kemiği yok. İstediği tarafa dönüyor. Bari, fikrimi değiştirdim de.

—Ama bu çelişkilerime kimse bir şey diyemiyor?

—Nasıl desinler mübarek babam. Çelişkini içinden geçirmeye kalkan, başkası duymuş olabilir mi diye sağına soluna bakıp suspus oluyor. Yani ekmeğimi keser korkusudur onları susturan. Sanki rızkı veren sensin…

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.