Dereyi görmeden paçaları sıvamak

Barbaros Ulu

Anne-kız birlikte yaşıyorlar. Annenin en büyük muradı kızının mürüvveti. Ama kızımızın talibi yok. Yaşı geçmiş olmasına rağmen bugünden yarına ufukta bir talipli çıkacağa da benzemiyor. Yani kızımız evde kalmış anlayacağınız.

Ama bu, dünyanın sonu mu? Hayır. İlk evlenmeyen bu kız mı? Hayır. Üstelik evlenmeyince masraf da yapılmaz. Çünkü bu devirde düğün yapmak, çeyiz düzmek cep yakar. Neyse biz gelelim anne kız ikilisine. Anne dışarıda bir gün. Eve gelip kapıyı bir açmış ki kızı hıçkıra hıçkıra ağlıyor. Merak, korku, endişe hepsi belirir annede. Ne de olsa anne yüreği. Yürek mi dayanır buna. Sorar kızına. “Ne oldu kızım sana? Biri bir şey mi yaptı?”

“Yok anne”
“O zaman niye ağlıyorsun, neyin var yoksa hasta mısın?”
“Hayır anne”
“O zaman seni bu derece ağlatan ne?”
“Ben ağlamayayım da kimler ağlasın. Of of, olur mu hiç”
“Kızım söyle artık. Ben senin annenim. Söyle ki derman olayım.”
“Tamam anne”
“Hah şöyle. Ağlamayı da bırak. Tane tane anlat.”
“Anne, sen yokken ne düşündüm biliyor musun?”
“Ne düşündün kızım?”
“Ben evlendiğimde, çocuğum olacak ya”
“Tamam olacak. “
“Biz yine burada yaşamaya devam edeceğiz.”
“Elbette”
“Çocuğumuz bu evde büyüyecek.”
“Evet”
“Ben ağlamayayım da kimler ağlasın.”
“Kızım söyle artık. Ağlanacaksa birlikte ağlayalım. Zaten benden başka ağlayacak olanın mı var?”
“Şimdi bizim bu çocuk yani senin torunun; yürüyecek, koşacak, kapıyı açıp dışarı çıkacak.”
“Elbette, çocuk bu.”
“Düşündüm de of of...Şu kapının ardındaki asılı balta var ya”
“Evet, yıllardır asılı orada”
“İşte o baltaya ağlarım.”
“Kızım, neyine ağlarsın baltanın?”
“Çocuğum tam kapıdan çıkarken o balta çocuğumun boynuna düşüverip boynunu keserse, ne yaparım?
İşte buna ağlarım.”

Anne bir kapıya, bir kızına bir ka­pının ardındaki asılı baltaya bakar. Torunu da gözünün önüne gelir. (Nedense damat hiç gözlerinin önüne gelmez. Nasılsa damatlar dış kapının mandalı.) Sonra dü­şünüyor düşünüyor ve kızına hak veriyor. Gerçekten ne yapacaktı bu durumda? Anne de bu durumdan vazife çıkarır ve oda başlar ağla­maya. Anne-kız salarlar seslerini. Biri oğlum oğlum, diğeri biricik torunum diye ne kadar ağladılar, bilinmez.

Şimdi siz, anne ve kızdaki bu içten ağlamayı garipsediniz. Ne alaka? Zaten evde kalmış, taliplisi yok. Çocuğu nasıl olur, kız nasıl anne olur? Kızı evlenmeyince anne de torun sahibi ve kaynana olamaz. Önce evlenin de çocuğun ve toru­nun boynunu baltanın kesmesini düşünün, öyle dereyi görmeden paçayı sıvamak olmaz. Zira ortada fol yok, yumurta yok, dediniz. Ben de bu durumda sizi ayıplarım. Bir defa buna umut denir, hayal gücü denir, geleceğe umutla bakmak demektir. Ne belli, birinin dönüp şaşıp kapılarını çalmayacağı. Ayrıca ne zararı var umutla beklemenin ve dereden önce paça sıvamanın. Sonra sadece bu anne ve kız mı geleceğe umutla bakan ve paçaları sıvayan. Başkaları yok mu? Mesela sayısını unuttuk bir siyasinin kaç se­çim kaybettiğini. O da hiç umudunu kaybetmedi bugüne kadar. Hele bu­günlerde hiç olmadığı kadar kendisi umutlu olduğu gibi seçmenlere de umut dağıtıyor. Durmadan vaat veri­yor. Hatta bir tarihi milat belirleyerek bürokrasiye bile aba altından sopa gösterebiliyor. Bence bu da haklı. Ne desin, olmayacak böyle hep kayıp hep kayıp mı diyecek. Sonra bunun kime, ne faydası olur. Umut dünyası değil mi bu dünya. Bakarsın talih kuşu konar başına.

Siz siz olun, umutla yaşayın ve dere­yi görmeden paçaları sıvayın.

Yorum Yap
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yorumlar (2)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.