Yeni ev değiştirdim. Ev değiştirince iş bitmiyor. Zira eksik gedik eksik olmuyor. İlk etapta bir TV ünitesi, çocuğun odasına bir gardırop bir de mutfak lavabosuna musluk alalım dedik. Lavabo musluklarına baktığımızı gören reyon görevlisi, düşünürseniz, şu iki üründe indirim var dedi. İndirimli fiyatı yani bir musluğun bedeli 1000 lira imiş. İndirim varsa kaçırır mıyım? Aldım bir tane. Dolap ve TV ünitesini de aldık. Musluğun dışında diğer iki üründen birini kargo ile eve teslim yapacaklarmış, diğerini de firma eve gönderecekmiş. Ödemeyi yapmadan önce montaj bize mi ait olacak sorusuna, montaja ne alıyorsunuz dedim. Beheri 250 lira imiş. Bir saniye deyip eli pense, şimdilerde büfe çalıştıran bir tanıdığımı aradım, ürünlerin fotoğrafını göndererek bunların montajını yapar mısın dedim. Yaparım dedi. Ki yapardı da. Çünkü küçüklüğünden beri teknolojiye, tamire merak sarmış, kendi çapında amatörce bir şeylerle uğraşmıştı.
Ürünlerin teslimatı yapılır yapılmaz, tanıdığım eve geldi, az bir inceledikten sonra iki ürünün montajını yaptı. Bu esnada eşim çeşmeci gelmeyecek mi dedi. İşleri biraz yoğunmuş, iki gün sonra arayacağım dedim. Bunu duyan tanıdığım, çeşmecinin gelmesine gerek yok, bunu ben değiştiririm. Bir de servis parası vermeyin. Zira çok kolay dedi. Ardından bu değiştireceğiniz musluğun neyi var ki 1000 lira verip musluk aldınız. Yazık değil mi paranıza. Bu ürünü iade ederek başka bir ihtiyacınızı alırsınız dedi. Musluğu kontrol etti. Bunun alyansı mı çıkmış dedi ya da alyansla sıkarım tamam mı dedi. Bir çırpıda mevcut musluğu da halletti. Sapasağlam oldu. Bir sevindim bir sevindim. Nasıl sevinmem. Beş yüz lira montaj parasının yanında bir 1000 lira daha kazanmış oldum. Bu kazancın içine çeşmeciye vereceğim para dahil değil.
Tanıdığım, montajları yaparken terledi. Keyfi yerinde olan ben de onun duyacağı şekilde fısıltılı konuştum: Şu çocuktaki maharete bak. Aletler eline ne güzel yakışıyor. Sahasında iyi bir usta olur, işini ibadet aşkı içerisinde yapar, yıllarca başkasının yanında çalışmaz, zaman zaman da işsiz kalmazdı. Halihazırdaki büfesi olmasa yine işsizdi. Babası, illa şu okula gideceksin diyerek çocuğun geleceğini kararttı, dedim.
Şimdi ne demek istediğime geleyim. Malumunuz ilköğretimi bitiren çocuklarımız, 4-20 Temmuz tarihleri arasında liselere tercihte bulunacaklar. Bu aşamada anne, babalara ve büyüklere büyük görevler düşüyor. Burada yapılması gereken, geleceğimiz olan çocuklarımızın, kabiliyetlerine ve kapasitelerine uygun okul tercihi yapmalarına rehberlik yapmaktır. Kendi gönlümüzden geçen ve hayalimizde olan okul türünden ziyade çocuğun meylini ve yeteneğini göz önünde bulundurmak önemli. Zira okuyacağı okul sonrası, hayatın geri kalan kısmını çocuk kendi yaşayacaktır. Çocuğumuzun kabiliyetini tespit etmeden, onu gönlümüzden geçen mesleğe veya okul türüne yöneltmek, çocuğumuza yapabileceğimiz en büyük kötülüktür.
Yazımda bahsettiğim çocuk da babasının kurbanı. Süreci yakinen bildiğim için söylüyorum. İstememesine rağmen babasının dayatmasıyla bir okul türünü kakalama bitiren bu çocuğun, lise sonrası girdiği birçok işte dikiş tutturamamasının ve bu işleri severek yapmamasının en büyük müsebbibi babasıdır. O yüzden bir LGS tercih aşamasında anne babaların, çocuklarının geleceğini karartmamalarında fayda vardır. Bilelim ki bu ülkenin tek okul türüne ve bu okul türünden yetişen çocuklara ihtiyacı yoktur. Tüm okullar bu ülkenindir. Biri üvey biri öz, biri ötelenecek, diğeri korunacak okullar değildir. Her okul türü en az diğer okul türü kadar önemlidir ve ihtiyaçtır. Anne ve babaların ve eğitimcilerin okul seçiminde ideolojik yaklaşmamaları ve hamaset yapmamaları gerekir. Zira eğitim ve öğretime ideolojik yaklaşılmaz ve hamaset yapılmaz. Mevzubahis olan bir çocuğun geleceğidir.
Biraz kapalı biraz açık mesaj vermeye çalıştım. Tercih anne, baba ve eğitimcilerin.