Bir zamanlar küçük bir dünyam vardı. Bu kendi dünyamda dürüst mü dürüsttüm. Herkese huzur verecek ve saadet getirecek bir vizyonum vardı. Haksızlıkları önleme, herkese adalet dağıtma gibi ideallerim vardı. Hak etmediğim yerde olmayacaktım. İşi ehline havale edecektim. Kimseye baskı uygulamayacaktım. Boğazımdan haram lokma geçmeyecek. Elimdekini yerli yerine verecek emanetçi idim. Çünkü yetim malı idi elimde tutacağım. Güven verecektim kısaca etrafıma.
Arı ve karınca gibi çalışacaktım. Bir katma değer üretecektim.
Dürüst mü arıyorsun? İşte karşında duruyor diye göstereceklerdi beni.
Tüm bunları yapmaya adaydım. Burada tek eksiğim, güçtü. Çünkü bunları ve daha fazlasını yapabilmem için güce ulaşmam ve musluğun başında olmam gerekiyordu. Kahrolası güç yoktu elimde.
Tüm bunlar içimde yani kendi dünyamda kalmadı. Taraftar bulmak ve haklılığını göstermek için çevreme anlattım durdum.
Kime, nerede anlattım ise gücüm olmadığı için savunduğum değerler alaya alınıyor. Hatta baskı uygulanıyordu. İtilmiş, kakılmış, dışlanmışlığımı ve horlanmışlığımı saymıyorum bile.
Anlattıklarıma hoyratça bakanların yanında inanan yok muydu? Güçleri yoktu ama her geçen gün çığ gibi büyüdü bana inanan ezilmişler. Kalabalığın ikna olduğunu gördükçe samimiyetimden şüphe de duymaz oldum. Çünkü ne yalan söyleyeyim. Ben de inandım kendime ve samimiyetime. Çünkü ayet okuyor, hadis söylüyor, sahabe hayatından anekdotlara ve adalet örneklerine yer veriyordum. Adaletiyle nam salmış Hz Ömer ise hiç ağzımdan düşmüyordu. Biz buyuz dedim kısaca.
Uzatmayayım. Bir gün devir döndü. Allah el verdi. Yürü ya kulum. Görev sende, yetki sende, güç sende. Göster şu dürüstlüğünü ve samimiyetini, görsün dost düşman sendeki cevheri dedi.
Hasılı nicedir bir gücüm. Hatta gücüme güç kattım. Denebilir ki gücümün karşısında güç yok. Bir dediğim ikiletilmiyor. Gücümü alt edecek bir güç bile yok.
Yaptım ettim, kırdım döktüm. Yediğim önümde, yemediğim arkamda. Kimse hesap sormadığı gibi hesap soruyorum üstelik.
Her yönüyle zirvede olmama, bir başkasının bu zirveye ortak olma imkan ve ihtimali olmamasına rağmen bir eksiklik hissediyorum kendimde. Düşünüp taşınıyorum nedir bu diye. Hatta önceki güçlerden beni ayıran nedir diye sordum.
Çünkü yaptıklarım, yapmadıklarım veya yapamadıklarım öncekilerle aynıydı. Onlar da kırdı, döktü. Ben de. Vadettiğim, yaptığımı sandığım şeyler kimseye huzur getirmedi. En azından yarısına. Zamanında şikayet ettiğim, bunları ancak ben yaparım dediğim her ne varsa, aynı durum ayniyle vaki. O zaman farkım neydi onlardan?
Sonunda buldum. Dürüstlükmüş bendeki eksiklik. Güçsüzken var olduğuna inandığım, buna çevremi de inandırdığım dürüstlüğüm, yokluktanmış meğer. Tüm dürüstlüğüm gücü ele geçirinceye kadarmış. Meğer beni dürüst yapan, dürüst olmaya iten yoklukmuş.
Bu yokluk nelere kadirmiş böyle. İnsanı olduğundan farklı gösteriyormuş meğer. Kınadıklarımdan, eleştirdiklerimden farklı değilmişim. Benimki bekara avrat boşamak kolay misali bol keseden atmakmış. Yokmuş aslında onlardan farkım. Hatta onlardan beter durumdayım. Çünkü onlar bu kutlu davalarına kutsal değerleri alet etmediler. Ben ise dinle yatıp dinle kalktım. Onlar ayrıştırmadılar. Ben ise biz ve onlar dedim. Kısaca onlar kutsal değerlerle oynamadılar. Benim için ise kutsal değerler birer aparattı. Onlar bu uğurda her şeyi mubah görmediler. Gerekirse kaybetmeyi seçtiler. Ben ise bu uğurda her şeyi mubah gördüm. Yeter ki kazanayım. Nitekim bu konuda başarılıyım da.
Geldiğim nokta itibariyle şimdi düşünüyorum da onlar mı dürüst yoksa ben mi? Onları bilmiyorum. Ama benim dürüstlüğüm sözde imiş. Allah ile aldatmakmış benim işim. Dürüstlüğüm de yokluktanmış meğer. Hasılı mayamda bir dürüstlük yokmuş. Var olduğuna inandığım dürüstlük, dediğim gibi yokluktanmış.
Aman neyse ne? Varsın dürüstlük sizin olsun. Sizin dürüstlük dediğiniz ne alınır ne satılır ne de para eder. Ulaştığım güç ve zirve bana yeter de artar bile.