Eskilerin bir sözü vardı sürekli olarak kulaklarımda çınlayan. Sadece benim için değil belki de birçok kişinin kabul etmediği sözüm ona bir geleneği anlatan ifadeler.
Neydi bu gelenek, bu ifadeler?
Eğer evin oğlu evlenmiş ve birde çocuğu olmuş ise o oğul kendi anne babasının yanında bırakın eşine birkaç güzel kelime kullanmayı çocuğunu bile sevemezmiş. Çok ayıpmış!
Bunu nereden mi biliyorum?
Kendi dedemden…
Kendi babamdan…
Dedem de, muhakkak ki oda ana babasından öyle görmüş çocuklarının hiç birisini sevemezmiş.
Bakın ‘Sevmezmiş’ demiyorum. Sevemezmiş.
Niye?
Ana babasına ayıp olurmuş. Ana babanın yanında çocuk mu sevilirmiş!
Bu sözüm ona gelenek dedemde kalmış mı? Tabiki de hayır… Babama sıçramış!
Babam da kendi ana babasının yanında bizleri sevemezmiş.
Disiplinli bir ana baba baskısı altında yetişmesi, Köy Enstitüsünde yine çok sıkı bir disiplin ve katı kurallar altında eğitim görmesi de babamın bu geleneği devam ettirmesinde etkili oldu.
Her zaman sorardık dedeme de babama da, ‘Siz bizi sevmiyor musunuz?’ diye. Aldığımız cevap bizi daha çok şaşırtırdı.
Severiz ama sevgimizi belli etmeyiz! Sevgimiz içimizde…
Hem sevdiğimizi belli edersek şımarırsınız! Anaaaa…
Ya belli etmediğiniz sevgiyi boşu boşuna niye içinizde tutuyorsunuz da? Atın gitsin…
Bize lazım olduğu zaman gösterilmeyen sevginin sizin içinizde saklı kalmasının bize ne gibi bir faydası olacak ki?
Peki dededen gelen bu gelenek babamda kalmış mı?
Yaaa hayır diyeceğimi zannettiniz değil mi?
Evet, sözüm ona bu gelenek babamda kaldı.
Bize sıçramadı.
Bunu çocuklarımıza hiçbir zaman yansıtmadık. Sevmemiz gereken her yerde sevdik. Korumamız gereken her yerde koruduk.
Peki, biz çocuklarımızı bu şekilde sevdik diye, koruduk diye çocuklarımız şımardı mı? Hayır…
Ancak bu sevgiyi gösterirken kesinlikle ölçüyü kaçırmamak gerekir.
Şimdi tüm bunları durup dururken niye yazdım?
Rabbime binlerce kez şükürler olsun bir birinden değerli, bir birinden güzel üç yavrum var.
Rabbim bahtlarını, yazılarını hayırlı kılsın. Ömürlerini uzun ve hayırlı kılsın.
Hepsinin gönlümde ayrı bir yeri var. Elimden geldiği kadar her zaman sevdim onlar tarafından da sevildim. Rabbime binlerce kez şükürler olsun.
Dedim ya onlar benim canımın birer parçası diye.
Birde canımın parçasının cananı oldu ki sormayın…
Rabbimin, oğlum Emre ile gelinim Esma’ya en güzel hediyesi, onların da bizlere, yıllar süren özlemimize bir merhemi olan dünyalar tatlısı Elif Eylül…
Ya tamam evlat tatlıdır inanırım bilirim ama o torun yok mu o torun…
Aman Allah’ım o ne güzel bir duygu, o ne güzel bir nimet, o ne güzel bir armağan anlatamam.
İlk kucağıma aldığımda inanın korktum. Küçücük çıt kırıldım gibi bir şey.
Ama o masumiyeti, o güzelliği, o kıpır kıpır kara gözleri yok mu o gözlere bakarken gözlerimden yüzüne düşen iki damlaya engel olamadım. Ya o kara saçları…
Hele o boynunun altındaki kokusu. İnanın cennetin kokusu orada imiş. Bazen denk gelirdi anne babalar evlatlarını Cennet kokulum diye severlerdi de ben bir anlam veremezdim.
Gerçekten öyleymiş.
Şimdi dedem ve babam bir kez daha aklıma düştü biliyor musunuz? Çünkü bu güzel kokudan gerçekten mahrum kalmışlar.
Acaba diyorum bilselerdi bir evlat bir torun kokusunun kendilerini bu kadar mutlu edeceğini durabilirler miydi?
Bizlere bu güzelliği tattıran, bu kokuyu yüreğimizin derinliğinde hissettiren Rabbime binlerce kez şükürler olsun. Rabbim oğlum ve gelinimden razı olsun.
Bebekleri olduğu zaman onlara söylediğim ilk şey, “Yavrum çocuğunuzu ne zaman sevmek istiyorsanız o zaman sevin. Yanınızda kim olursa olsun çekinmeyin. Gönlünüzden geldiği gibi sevin koklayın.
Bu vesile ile Elif Eylül’üme bir kez daha ‘Hoş geldin Canımın Cananı’ demek istiyorum.
Hoş geldin sefalar getirdin kara gözlüm.
Rabbim hayatını da inşallah adın gibi dosdoğru kılsın. Ömrün uzun, yaşantın hayırlı olsun. Annen, baban ve seni seven tüm canların ile birlikte nice uzun yıllar yaşa…
Evlat can ise torun gerçekten cananmış…