Selçuk Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Metin Aksoy, Konya Sivil Toplum Kuruluşları Platformu tarafından Alanya’da ‘Dijital Çağda Aile’ temasıyla gerçekleştirilen 18. Ufuk Turu’nda açıklamalarda bulundu.
Selçuk Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Aksoy konuşmasında şu ifadelere yer verdi:
"Dünyada çevremiz yangın çemberinde. Birçok saldırılar varken ülkemizde de gündem çok hızlı değişirken öz gündemi yakalayabilmek her şeyden daha kıymetlidir. Bunu kaçırmadan, dünya bizi başka şeylerle oyalarken bizim elimizde tuttuğumuz değerleri elimizden almaya çalışan saldırıları fark edebilmek ancak sivil bir bakışla olur. Biz dijitalleşmişiz ve bu çağa girmişiz. Bu çağın içerisinde bir aileyi muhafaza etmekle karşı karşıyayız.
Aslında elimizde olan değerin kıymetini saldırılar ortaya çıktığında fark ediyoruz. Bu saldırılarla birlikte de bazı noktalarda hatalar yaptığımızı da görebiliyoruz. Çünkü aileyle birlikte başlayan birçok şey elimizden kaybolmaya başladı. Birçok noktada tehdit altında olduğumuz gerçeğiyle yüzleşiyoruz. Bundan dolayı da sivil toplumun hem dijital çağda aile konusunu gerçek gündem çerçevesinde değerlendirmesi ve bununla birlikte farkındalık oluşturmaya gayret etmesi her şeyden daha önemli.
Geçtiğimiz yüzyıl aile kurumuna, toplumsal hiyerarşilerin pasif şekilde kabul ettirilmesini sağlayan bir müessese ya da zenginlerin şahsi servetlerini kendi içlerinde tutmak için kullandıkları bir vasıta şeklinde sınırlandırıldığına şahit oluyoruz. Toplumsal dokunun ana bileşeni olan ve bu itibarla toplumun temelini oluşturan aile müessesesine yapılan bu saldırıların nihayetinde bir kurum olarak aileye verdikleri ya da verecekleri zararın toplum seviyesinde yansımaları olacağına şüphe yoktur.
Sosyal olmanın doğamızın bir parçası olduğu düşünülürse; insan doğası ile kavgalı bu saldırıların en nihayetinde başarısız olacağı açıktır. Bununla birlikte yapılan bu saldırıların bir zarara yol açmadığını söylemek de mümkün değildir. Bugün geldiğimiz noktada ise, bilhassa batıda aile kurumuna kapsayıcılık kisvesi altında saldırıların yapıldığını, bugün özellikle bizim gibi toplumlarda son kalelere bu saldırıların batıdan artarak devam ettiğini gözlemlemekteyiz.
Her ne hikmetse sayısı dahi bilinemeyen türlü türlü cinsel yönelimleri makbul sayan ve kucaklayan bu zihniyet, kocanın çalıştığı, annenin ev hanımı olduğu çocuklu aileleri ise ataerkil zihniyetin uzantıları olarak görmekte ve kapsama alanı dışında bırakmaktadır. 60’larda cinsel özgürlük naraları ile başlayan bir sürecin neticesi olan bu hareket, sosyal adalet zırhının arkasına saklanarak zorbalık ve had bilmezlik yapmaktan da geri durmamaktadır. Nitekim 1973’lerle birlikte başlayan ve dünyanın birçok noktasında kabul ettirilmeye çalışılan ve Uluslararası Psikologlar Derneğinin ilk defa dile getirmiş olduğu bu yönelimler maalesef sınır tanımayan bir zihniyet halinde birçok yeri tehdit ettiği gibi ülkemizi de tehdit etmektedir.
Bugün bazı batı ülkelerinin velilerin haberi dahi olmadan ilkokul çocuklarının cinsiyetlerini değiştirmek üzere, ilaç kullandırma noktasında dahi gelmiş bulunmaktadır. İçinde bulunduğumuz çağda artık yalnız değerler değil, aile gibi en temel kurum dahi tehdit altındadır. Kapsayıcılık adına eşitliğe aykırı uygulamalar içerisine giren, farklı etnik, dini ve cinsel yönelim gruplarına kotalar koymaya başlayan batının bu tutumunu ne eşitlik ne liyakat ne de hakkaniyet ile bağdaşmayacaktır. Gelişme ve ilerleme adı altında dünyaya pazarlanan ve yeni jenerasyonlara karşı bizlerin kimliğimizi koruyabilmek ve biz olarak kalabilmek için özümüze, öz benliğimize, öz kültürümüze dönmekten başka çaremiz yoktur.
Kudüs’te gerçekten yüreğimiz dağlanıyor, gönlümüz kanıyor. Elimiz uzanmıyor. Dilimiz dönüyor, dinleyen olmuyor. Çünkü dünyaya hükmeden Siyonistlerle birlikte başlayan ve batı dediğimiz bir kültür. 100 yıl önce bu toprakların evlatları aşama aşama benzer saldırılarla birlikte elindeki toprakları kaybetti.
Geldiğimiz nokta bizim birlikteliğimizi ve beraberliğimizi ortadan kaldırarak çeşitli yasalarla birlikte toplumun, özellikle ailenin birlikteliğini yok edecek bir nokta. Bunlardan en önemlisi 6284 Sayılı Kanun. İstanbul Sözleşmesi’nin bir uzantısı olarak, 6284 Sayılı Kanun bugün toplumun ve Türk aile yapısını tehdit eden en önemli tehditkar unsurdur. Bir taraftan kadını korumak üzerine kurgulanmış oysa eşitlik ilkesine aykırı, birlikteliği sağlaması gerekirken bir taraftan kadını da mağdur eden bir noktaya ulaştığını görüyoruz. “Kadının beyanı esastır” çerçevesinde bir tarafta kadını kanunla korurken öbür tarafta eşit olması gereken erkeği neredeyse bir duaya emanet ediyor, birilerinin insafına emanet ediyor. Bu insaf, insafsızlığa dönüştüğünde ömür boyu hapislere ve büyük mağduriyetlere neden oluyor.
En fazla hangi alanda, ne kadar şikayet alınmış? Bir imamlar, iki öğretmenler. Topluma ilim, ulema sınıfının yani itibarlı insanların olması gerekenlerin en fazla mağdur edilen sınıflara dönüşmeye başladığını görüyoruz. Bunlar tesadüf müdür? Bu kadar bir yapının ve derinden gelen bir saldırının karşısında bizim duruşumuzun ne olması gerekir?
Dijitalleşmeden bahsediyoruz. Bugün artık neredeyse internet annesi, babası olduk hepimiz. ‘Aman sussun, hiçbir şekilde hareket etmesin’ diyerek telefonu, tableti önlerine koyuyoruz. Salgınla birlikte inanılmaz bir şekilde dijitalleşmiş bir toplum haline geldik. Hızlı bir şekilde dijitalleşmemiz aile yapılarımızı daha fazla dejenere etmeye, yok etmeye, tehdit etmeye başladı. Artık çocuklarımızı yetiştirmiyoruz. Bizim çocuklarımızı Instagram, Twitter gibi sosyal medya mecraları yönetiyor."