'4 Yapraklı Yonca ömrünü sinemaya adamış isimlerdir'
Oyuncu Hülya Koçyiğit, "4 Yapraklı Yonca, 50-60 sene sinemaya ömür vermiş, sinema ile var olmuş ve çok uzun yıllar çok istikrarlı yürütmüşler mesleklerini. O nedenle '4 Yapraklı Yonca' olmuşlar." dedi.
Yaklaşık 56 yıllık sinema kariyerini ardında bırakan Hülya Koçyiğit, yaşamının "özel hayat" kısmında bir zamanlar Fenerbahçe'de oynayan futbol yıldızı Selim Soydan ile mutlu, "aşk"la geçen bir evlilik sürdürüyor.
Bu evliliğin meyvesi olan Gülşah’tan doğan iki güzel torunu (Neslişah, Aslışah) ve Neslişah’ın ünlü oyuncu Engin Altan Düzyatan’dan olan iki çocuğu ile torununun çocuklarını da gören Koçyiğit, yaşadığı akciğer kanseri hastalığını da bu sayede yenerek hayata sımsıkı sarılmaya devam ediyor.
Koçyiğit, "Susuz Yaz" filmiyle kazandığı Berlin Film Festivali'nde "Altın Ayı" ile birlikte sayısız ödülle oyunculuğunu taçlandırıp, 200'den fazla sinema filmiyle kendisinin bile saymayı unuttuğu güzel işlere "Türk Sinemasının Yıldızı" olarak imzasını atarken, şu sıralar TRT 2 ekranlarında "Film Gibi Hayatlar" programını sunuyor.
"Film Gibi Hayatlar"da Türker İnanoğlu, Eşref Kolçak, Selda Alkor, Serdar Gökhan, Tamer Yiğit, Orhan Gencebay, Perihan Savaş, Engin Altan Düzyatan, Türkan Şoray, Filiz Akın gibi sinema ve TV sektörünün önemli isimlerini konuk eden Hülya Koçyiğit programını ve özel hayatını AA muhabirine anlattı.
" 'Film Gibi Hayatlar' programınızda '4 Yapraklı Yonca'dan biri olarak diğer yoncalardan Türkan Şoray ve Filiz Akın'ı konuk ettiniz. Son yaprağınız Fatma Girik'i de programa almayı düşünüyor musunuz?"
"Hem de çok, çok istiyorum ama onun sağlığı şimdi müsait değil. Bodrum'da istirahat ediyor. Biraz iyileşsin inşallah sonra ağırlacağız."
"Bugün 4 yapraklı yonca gençlerden kimler olurdu sizin için?"
Koçyiğit: "Eyvah! En zor soruyu sordun. Gençleri bir görüyorum, bir kaybediyorum ama tabii içinde akılda kalanlar var. Ben mesela, Serenay Sarıkaya'yı çok beğeniyorum. Ezgi Mola'yı çok beğeniyorum. Sayabileceğim isimler var ama şu an bir anda çıkmadı. Hemen ilk anda akla gelmiyor ya da şu anda bir dizi hayatımızdaysa hemen hatırlıyoruz da... Tabii '4 Yapraklı Yonca'nın özelliği, sadece günümüzün isimleri değil. 50-60 sene sinemaya ömür vermiş, sinema ile var olmuş ve çok uzun yıllar çok istikrarlı yürütmüşler mesleklerini. O nedenle '4 Yapraklı Yonca' olmuşlar. Dilerim, inşallah ileride bugün bizim ulaştığımız yerlere ulaşabilirler. Çünkü, oyunculuk öyle bir meslek ki tutkuyla, aşkla, ruhla yapılabilecek bir şey. Bunu da taşımak, buna sahip olmak, bunu beslemek ve halkla alışveriş içinde götürebilmek, halkın değerlerine saygı duyarak götürebilmek biraz zor."
"(4 Yapraklı Yonca) Birbirimize olan saygımız, sevgimiz hiç bitmedi"
"Peki '4 Yapraklı Yonca' arasında rekabet var mıydı?"
"Olmaması düşünülemez zaten. Elbette ki rekabet vardı. Öylesine bir rekabet ki bu, 'Bu yıl bu festivalde en iyi oyuncu ben seçilmeliyim ya da bu yönetmenle ben çalışabilmeliyim ya da bu yönetmenin en iyi senaryosunda ben olmalıyım'… gibi, bu tarz rekabetlerimiz elbette ki vardı ama birbirini çok sayan, seven, takdir eden, destekleyen, yaptığımız işleri karşılıklı paylaşan, sinema adına, sinemanın geleceği ile ilgili dertlenen, bunu paylaşan insanlardık. O nedenle, birbirimize olan saygımız, sevgimiz hiç bitmedi. Çünkü müşterek noktamız sinemaydı."
" 'Film Gibi Hayatlar' programınız, konuklarınızın hayatlarıyla sohbetiyle içinde dönemin müzikleriyle film şeridi gibi akıp gidiyor. Sizin hayatınız bir film olsaydı türü ne olurdu? Korku, komedi, romantik komedi mi olurdu…?"
"Sen söyledin, 'hayatınız...' dedin. Hayatın içinde hepsi var. Çok dramlar var, çok güldüğümüz, çok mutlu olduğumuz anlar var. Endişelerimiz var, korkularımız var. Gelecekle ilgili heyecanlarımız var. Her şey var. Hayat dediğin hepsi içinde olan bir şey. Onun için ne tür film olurdu bilmiyorum. İşte bir hayat filmi olurdu diyelim."
"56 yıllık bir sinema hayatı ve sayısız ödülleriniz var..."
"Evet, sayması bile çok zor değil mi?"
"En son 2010'da 'Nisvan - Adını Tarihe Yazdıran Kadınlar' da ilk kadın belediye başkanı Müfide İlhan ile beyazperdedeydiniz. Sinemayı özlemediniz mi?"
"Sinema benim mesleğim. Elbette ki hep içimde, hep gönlümde ama gelen tekliflere baktığım zaman, 'Aman illa ben bunu yapmalıyım' gibi heyecan duyduğum bir senaryo olmadı. Daha çok televizyon dizileriyle ilgili gelen teklifler oldu. Belli bir yaşın üstündeki kadınları senaryolarda doğru dürüst işleyemiyorlar. Tanımıyorlar o yaş grubunu. Gençleri tanıyorlar ama olgun yaşa gelmiş bir kadını hep bir kayınvalide ve olumsuz bir kayınvalide filan diye düşünüyorlar. O da benim pek hoşuma gitmiyor. Benimsemediğim, içime sindirmediğim bir rolde zaten oynamam."
"2011'den itibaren haberleri çıkan 'Varoşta Kadın Olmak' filmini beyaz perdeye taşıyıp, ilk yönetmenlik deneyiminizi gerçekleştirecektiniz. Bunun bir sonucu gelmedi mi?"
"Gelmedi. 'Varoşta Kadın Olmak' bir kitap. Önce onu okumuştum. Kitabın çıktığı yıllarda birçok kadın derneği kitabı çok desteklemişti. Çünkü bir hayat hikayesiydi ve gerçekten de varoşta var olmaya çalışan, bunun mücadelesini veren dul bir kadının hikayesiydi. Evlatlarını yetiştirmek için çırpınan. Beni çok etkilemişti. Onu senaryolaştırdık. Bunu kim yönetecekti? Hep gönlümde bir kadın olmalı, kadının duyarlılığını geçirebilmek için. 'Sen niye yapmıyorsun?' diye sorular geldi etrafımdan. Bir ara düşündüm ama sonra bir yönetmenin yapması gerekir diye vazgeçtim."
" 'Sinema filmi televizyonda değil, sinemada izlenir' demiştiniz. Şimdi çıkan dijital gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz?"
"Dijital dünya hayatımızın tam ortasında, tam içinde ve geleceğimiz. İnkar edebileceğimiz bir şey değil. Ancak, sinema ayrı bir şey. Sinema filmleri büyük perdede izlenir. Sinema için insanların bir harekete geçmesi gerekir. O filmi izlemek için evinden çıkacak, giyinecek, bir vasıtaya binecek, sinemaya gidecek, bilet alacak, koltuklara oturacak, bekleyecek ve film başlayacak. Bunu yaşaması gerekir bir insanın. Çünkü karşısına çıkan şey bir eser. Bir hikaye dinleyecek, seyredecek ve o eserler, tabii ki sinema için üretilmiş eserlerin çoğu bugün, yarın, öbür gün izlenecek. Mutlaka onların bir mesajı, bir sözü, hayata dokundukları bir alan var ve özenle çekilmiş, itinayla bezenmiş işler. Dolayısıyla sinema filmi sinema salonunda izlenir. Tabii ki dijital ortamda da izlemek mümkün ama sinemada izledikleri kadar etkileneceklerini ya da o kadar keyif alacaklarını düşünmüyorum ya da ben bu kültürle büyüdüğüm için mi bana öyle geliyor? Belki de öyle."
"(Torunlar) hayatın en zevkli, en lezzetli meyvesi"
"Güzeller güzeli kızınız ve yine iki dünya güzeli torununuz var. Küçük torununuz Aslışah evlenmeyi düşünmüyor mu?"
"O giderek eğitime kendini verdi. Üniversite bitirdi, arkasından başka bir üniversitede master yaptı. Arkasından ilgi alanı değişti. Şimdi yeniden eğitim hayatının içinde. Şu ara evlilik düşünmüyor. Tabii ki meslek sahibi olmak ve çalışmak istiyor, bu yaz da başlıyor zaten çalışmaya."
"Torununuzun çocuğunu gördünüz… Büyük torununuz Neslişah ile Engin Altan Düzyatan'ın çocukları yani küçük torunlarla aranız nasıl? Hislerinizi alabilir miyiz?"
"Onlar gerçekten hayatın en zevkli, en lezzetli meyvesi. Muhteşem bir haz. Allah isteyen herkese nasip etsin. Onlarla beraber geçirdiğim vakit beni çok besliyor. Gerçekten enerjim artıyor. Hayata daha çok tutunuyorum. Onları daha çok göreyim, onlarla daha çok vakit geçireyim diye. Çok tatlılar, çok mutluyum. Çok şükür Allah'ıma."
"Torununuzun eşi Engin Altan Düzyatan, başarılı bir oyuncu olmasının yanı sıra 5 sezondur 'Diriliş Ertuğrul' ile Türkiye'nin yanı sıra adını dünyaya da duyurdu. Siz izliyor musunuz diziyi ve Engin Beyin oyunculuğunu nasıl buluyorsunuz?"
"İzliyorum ve büyük bir hayranlıkla takip ediyorum. Oyuncu olarak geçirdiği evreleri, gidişatını, o rol için verdiği emeği çok saygıdeğer buluyorum. Bir aktör düşünün, sadece fiziğiyle yok, büyük bir atraksiyon var. At biniyor, kılıç kuşanıyor, dövüş sanatlarının içinde ve aynı zamanda yönetici olduğu için müthiş bir ağırlığı, ciddiyeti var. Zaten onun ses tonuna bayılıyorum. Allah ona muhteşem bir özellik vermiş. Gerçekten çok güzel. Onun için çok büyük hayranlıkla seyrediyorum."
"Engin Altan Düzyatan'la aynı projede yer almak isterim"
"Buluştuğunuz zamanlarda kritik yapar mısınız?"
"Yaparız. Zaten buluştuğumuz zaman biz aileden çok oyunculuk, sinema, televizyon, senaryo, 'O tiyatroya gittin mi? Şu eseri seyrettin mi? Şu konserde var mıydın?' Hep bu tarz mesleğimizle ilgili konuşuyoruz."
"Bir projede birlikte oynamayı düşünür müsünüz kendisiyle?"
"Tabii ki isterim. Tıpkı kızım Gülşah çocukken, onunla yaptığım filmleri bugün ne kadar büyük zevkli bir anı olarak izliyoruz, damadımla da bir anım olsun isterim bu anlamda. Bir filmde oynamayı tabii ki isterim."
"Birine dokunabilmek, onun hayatını kolaylaştırmak gibi dertlerim var"
"Kanseri çok şükür yendiniz. Hayatınızda kanser öncesi ve sonrası durumunu yaşıyor musunuz?"
"Çok şükür! İnsanın karakteri öyle kolay kolay değişmiyor, alışkanlıkları kolay kolay değişmiyor. Tabii ki daha farkında olarak yaşamaya çalışıyorum ama yine de kendimden çok ben çevrem için yaşayan bir insanım. Kendime ayıracağım zamandan çok birine dokunabilmek, onun hayatını kolaylaştırmak gibi dertlerim var. Aslında yani çok da fazla kendimi düşünerek yaşamıyorum. Belki de hastalığı sürekli düşünmediğim için onu yok farz ediyorum. Belki de o iyi geliyor bana."
"Bu dünyadaki gerçek görevinizin ne olduğunu düşünüyorsunuz?"
"Çok kısacık bir ömrümüz var ve mutlaka bir 'neden' için yaratıldık ve 'Benim görevim nedir?' diye düşünüyorum. Görevini yapan bir insan mıyım? Hem Yaradan'a olan borcumu hem de insanlığa ve doğaya olan borcumu... Dürüst olmaya çalışıyorum, sevgimi paylaşmaya çalışıyorum. Farkındalıklarımı aktarıyorum insanlar yararlansın istiyorum. Anlamlandırmaya çalışıyorum hayatı. Mutlaka anlamı olmalı. Aileme çok aşırı düşkünüm, evlatlarıma, eşime. Mesleğimi çok sevdim, çok severek yaptım. Adeta bir aşk diyebilirsiniz sinema benim için."
"Kadınlara mesajınız?"
"Sağlıklarına dikkat etsinler. Çünkü onlar sağlıklılarsa, mutlularsa, huzurlularsa etraflarına güzellik yayacaklar. Kadının olduğu her yerde bir denge, düzen, iyilik ve güzellik var. Kadının elinin değdiği her şey güzelleşiyor. Dolayısıyla önce onun mutlu ve sağlıklı olması lazım. Onun için önce kendi sağlıklarına dikkat etmesi lazım."
"Cennet analarımızın ayaklarının altında"
"Siz de bir annesiniz, "Anneler Günü"nde annelere ve anneliğe dair bir mesajınız varsa onu da alabilir miyiz?"
"Hepimizin bildiği bir söz var, 'Cennet analarımızın ayaklarının altında!' Yani dinen bize öylesine bir emir var ki! 'Annelerinize saygı duyun, annelerinizin yolundan gidin, sözünü dinleyin. Annelerinizin sevgisine ve şefkatine layık olun!' O nedenle annelik gerçekten çok büyük bir sorumluluk, büyük bir hassasiyet gerekiyor. Çünkü, bir insanı hazırlayacaksınız hayata. Onu sevgiyle, güven duygusuyla, şefkatle, paylaşım duygusuyla donatmanız gerekiyor. Onun da içindeki o sevgiyi çoğaltmanız gerekiyor. Dolayısıyla sorumluluğunuz çok. Bir evladınızı yetiştirirken, benim yapamadıklarımı yapsın diye, çocuğun üzerine baskı kurmak, 'Ben okuyamadım sen oku! İlla başarılı olmak zorundasın! Başarısız insana yer yok bu dünyada' gibi tehditlerden çok onun mutlu olacağı, onun huzurlu olacağı, onun kendini açıklayabileceği, kendini ispat edebileceği alanları yaratmak, onun önünü açmak, çocuğunuzun mutluluğu için çalışmak zorundasınız. Bu nedenle annelik hem çok güzel hem de çok zor bir meslek diyeceğim. Oldukça zor. Çünkü hepimiz annelerimizin eseriyiz aslında. İlk eğitimi ondan alıyoruz. O nedenle bütün annelerin anneler gününü kutluyorum. Tabii ki senede bir günle yetinilecek bir kutlama değil bu. Her an hatırlamalıyız. Özellikle belli bir yaşa gelmiş annelerimizi unutmamalıyız, ihmal etmemeliyiz. Dün biz onlara muhtaçtık bugün onlar belki bize, ilgimize muhtaç. Onları unutmamalıyız."
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.