İtirafçıların Beyanı
Kadının beyanı esastır" ilkesi gereği, uzaklaştırma alan erkek sayısı az değil. Yeter ki kadın, kolluk kuvvetlerine ya da savcılığa giderek "Eşim bana şiddet uyguladı" desin. Erkeğin, eşine şiddet uygulamadığını ispat edinceye kadar çok uğraşması gerekir.
Aynı şekilde bir kız çocuğu veya kadının, "Falan beni taciz etti" demesi erkeğin sorgusuz, sualsiz derdest edilerek polis nezaretinde cezaevine konması hiçten bile değil.
Her ne kadar 6284 sayılı kanunda, cinsiyet ayrımı yapılmaksızın şiddet ve tacize maruz kalan herkesin beyanı esas dense de şiddete maruz kalmış bir erkeğin polis veya savcılığa giderek böyle bir beyanda bulunması çok zor. İçine atar, yine de gidip şikayette bulunmaz. Çünkü işin ucunda karizmayı çizdirme durumu söz konusu.
Hanımından şikayetçi olan erkek pek nadir bulunur. Bir tanıdığım erkek, hanımından şiddete maruz kalmış. İleride delil olarak kullanırım düşüncesiyle hastaneye gidip üç günlük darp raporu almış. Alıp cebine koymuş. Fakat polis eve gelip ifade vermesi için savcılığa gideceğiz deyince, tanıdığım ne yapacağını şaşırmış. Beni aradı. Savcılığa git, şikayetçi olmadığını söyle dedim. Bu konu böylece kapandı.
Beyan esastır ilkesi, genelde kadın lehine işleyen bir ilke. Çünkü erkekler şiddet konusunda potansiyel suçlu. Adı çıkmış bir kere.
Bu durum sadece günümüzde değil, belki de eskiden beri böyle. Nitekim Yusuf peygamber de aynı evde kaldıkları azizin hanımının iftirasına maruz kalmış. Suçsuz olduğu bilinmesine rağmen yıllarını hapishanede geçirmiştir.
Şiddete maruz kaldım diye beyanda bulunup da eşine uzaklaştırma verilen evliliklerin ne kadarı devam eder, bu aşamadan sonra evlilik ne derece sağlıklı yürür bilmiyorum. Ama basına düşen haberlerden anlaşıldığına göre iş cinayete kadar gidebiliyor.
Buradan gizli tanık ve itirafçı konusuna gelmek istiyorum. Çünkü son yıllarda Ergenekon ve FETÖ soruşturmalarında, belediyelerle ilgili yolsuzluk operasyonlarında gizli tanık ve itirafçıların verdiği bilgilerle, soruşturmaların gerekli gereksiz ya da ilgili ilgisiz kişilere uzandığı ve soruşturmaların sulandırıldığı da bir vakıa.
Haydi gizli tanığı anladım. Bir konuyu aydınlatmak için bildiğini aktaracak ama güvenliği açısından kimliği gizli kalacak. Ya itirafçıların beyanına ne demeli? Her itirafçı adı üzerinde suçlu. Bunlara dişe dokunur bilgi ver ve bu işin içinde kimler var, bunları söyle. Şayet söylersen cezadan kurtulursun ya da çok az ceza yersin deniyor. Bundan sonrası jurnalcinin ya da itirafçının maharet ve insafına kalıyor. Üzerine atılı suçtan yırtmak için çenesi açılıyor. Olur olmaz iddialarda bulunabiliyor. Suçlu veya değil, isimler veriyor. Verilen bu isimler ifade vermek suretiyle yargı tutuklama verebiliyor. İsmi verilen suçlu ise eyvallah. Ya suçsuz ise. İşte o zaman nezarete atılabiliyor ve hakkında iddianame hazırlanınca kadar suçsuz yere içeride yatabiliyor.
Burada, yargının, gizli tanık ve jurnalcinin verdiği bilgi ve isimleri, ilgili kişinin bilgisi olmadan ciddi bir şekilde araştırması gerekir. Böyle olduğuna inanmak istiyorum. Yoksa sadece gizli tanığın ve itirafçının beyanıyla kişileri derdest edip içeriye tıkmak çok adilane olmaz.
Hasılı kadın ve çocuğun, gizli tanık ve jurnalcinin salt beyanıyla insanları mağdur etmemek gerek. Zira her beyanda yalan, yanlışlık ve iftira olabilir. O yüzden her beyan ispata muhtaçtır. Unutmayalım ki beyan ve itirafla adalet sağlanmaz.