Bir konferans katılımı dolayısıyla Pakistan’dayım. Pakistan’ın birçok bölgesine, şehrine gittim. Bu sefer yolum ülkenin kuzeyinde Himalaya Dağları’nın suları ile yarılmış derin vadilerin bulunduğu gözde bölgelerden birinde Mansehra şehrindeyim.
Ay yıldızlı ülkeler: Pakistan… Zengin toprakların fakir bekçileri


Bir üniversite kurulmuş, geniş bir alanda Hazara Üniversitesi. Dünya üniversiteler sıralamasında oldukça iyi üniversiteler arasında YÖK tarafından eşdeğerliliği kabul edilen sınırlı sayıdaki üniversitelerden birisi.

Üniversite kampüsü yeşilin içinde boğulmuş binaları ile adeta bir cennet köşesi. Üniversite binaları, bölgede 2005 yılında meydana gelen büyük depremde sarsılmış, birçok binanın yıkılması ile yeni binalar yapılmış.

Öğretimi etkileyici, üniversite hocaları başka ülkelerde doktoralarını tamamlamış, düzgün yabancı dil bilgisi olan, onu kullanabilen genç insanlardan oluşmuş.

Öğrencileri İngilizceyi çok iyi kullanan, kendini anlatabilen, coğrafyanın zorluğunu bilen, utangaç ama ne istediğini bilen gençlerden oluşuyor.

Bölgenin genel kültürü nedeniyle kadın erkek ayrımının yapıldığı yerde kendini geliştirmek çok zor.

Üniversite kampüsü güvenli, güzel ve iklim de yaz olunca, geç vakitlere kadar dışarıda dolaşan kız-erkek gruplara rastlamak mümkün.

Ancak dünyayı derinden etkileyen ve yaygın sosyal ağların etkisi buradaki gençleri de etkisi altına almış. Hemen hepsinin elinde akıllı cep telefonu, teknolojiyi sonuna kadar kullanan bir yapı gözden kaçmış değil.

Bizim öğrencilerle karşılaştırıyorum, buradaki öğrenciler daha çekingen ve daha bağımlı sanki.

Oysa bölge ne ekersen misliyle daha fazlasını verecek verimlikte. Aynı yerde hem elma hem de portakal yetişebilecek bir iklime sahip, sulak verimli bir bölge.

Ancak gel gör ki en kolay yetişebilen sebzelerin bile ancak kendi ihtiyaçlarını karşılayabilecek kadar yetiştirildiği, hatta birçok meyvenin ülkenin güneyinden getirildiğini görmek beni üzüyor.

Genç nüfus, müthiş bir iklim, su ve toprak var ancak yeterli üretim yoksa burada bir yanlışlık var diye düşünüyorum.

Siyasal iklim ülkede bir türlü istikrara kavuşamamış, bunda Afganistan’dan gelen müthiş göçün ülke ekonomisine olumsuz etkileri sonucu olmuş.

Geniş açıdan bakılınca, Himalaya dağ silsilesinin Afganistan bölgesinden Orta Asya’nın denize bağlantısını sağlandığı düşünüldüğünde buranın kritik önemi daha da belirginleşiyor.

Afganistan’da olan olaylar ve sıkıntılar buraya birebir yansıyor. Nedeni çok açık, sınır hemen yanı başında, birçok tarımsal ürün Afganistan’dan geliyor zaten.

Buradaki konferans tamamlandıktan sonra 436 kilometre güneyde olan ve bir tarım şehri özelliği taşıyan Faisalabad şehrine gidiyorum.

Şehir mümbit bir ovanın ortasında verimli mi verimli arazilerden oluşuyor. Hemen her türlü tarımsal ürünün üretilmesi mümkün, tıpkı Türkiye’de Çukurova’nın aynısı.

Bir günlük görüşme ve toplantılardan sonra daha güneye dümdüz bir ovanın ortasında olan Multan şehrine (242 km) gidiyorum.

Burada yeni kurulmuş (2012 yılında) tarım üniversitesi yepyeni bir anlayış geliştirmiş. Fakülte deneme alanlarının arasına serpiştirilmiş fakültelerden oluşmuş.

Hocalar teorik dersleri fakülte içinde, pratik dersleri ise hemen fakülte dışına çıkarak yapabiliyor. Böylece ziraat alanının en büyük sorunu olan uygulama sorunu çözülmüş oluyor.

Diğer bir yenilik ise fakülte hocalarının odalarının kabin sisteminde olması, tüm fakülte hocalarına geniş bir odada kabin içinde çalışma olanakları sağlanmış. Böylece elemanların çalışma performansları artmış.

Üniversite yeni kurulmuş olmasına karşılık dünya üniversiteleri sıralamasında 601-800 aralığında konum almış. Bu durum üniversitenin iyi bir durumda olduğunun göstergesi.

Multan’dan Lahore geliyorum, 338 kilometrelik bir yol. Lahore Pakistan’da en büyük ikinci şehir. Hindistan’a yakın olmakla birlikte oldukça gelişmiş ticaret ve sanayi şehri özelliği taşımakta.

Burada 1882 yılında kurulmuş olan eski bir üniversite veteriner ve hayvancılık üzerine (UVAS) kurulmuş. Büyük bir birikimi olan hayvancılık alanında etkili üniversitelerden birisi.

Böylece kuzeyden güneye bin kilometrenin üzerinde bir yolculuğun sonrasında tarım bölgelerinde hem tarım sistemlerini hem de sosyal yaşamı görme fırsatı bulabiliyorum.

Indus vadisinde yer alan bu şehirlerin hem tarımın hem de tarımsal sanayinin merkezlerinde yer alması ülke ihtiyacı olan gıdanın sağlanması açısından önemli.

Türkiye kadar yüzölçümü olan ülkenin birçok üründe kendine yeterli olmasına karşılık, nerede ise 2,5 kat daha fazla nüfusun varlığı, bazı ürünlerin ithal edilmesi zorunluluğunu ortaya çıkarıyor. Bu durum Pakistan’ın yüksek nüfusunu besleyebilmek için ciddi oranda ürün geliştirmeye ihtiyacı olduğunu göstermektedir.

Türküdeki gibi yağ, şeker ve un olmasına karşılık helva yapılamaması sorunun büyüklüğünü göstermektedir. Eskiden kalma toprak sahipleri (ağa) ile çalışanların birbirlerini anlaması mümkün değildir.

Üretim toprak sahiplerinin değil, orada faaliyette bulunan çiftçilerin gelişmesi/geliştirilmesi ile artar. Bu nedenle toprak reformu ya da adil bir toprak paylaşımının tarım sistemlerini geliştireceğini düşünüyorum.

İklim çok sıcak, toprak uygun, su ve sulama imkanlarının varlığı, tarımsal üretimin yüksek verimlilikte yapılabilmesi için yeterli.

Türkiye’de Çukurova’da çiftçilerin yılda birkaç ürün yetiştirebilmesine karşılık burada gözlemlediğim kadarıyla düşük verimlilik, gıdada yeterli düzeye ulaşılamamasına neden oluyor.

Oysa her şeyin uygun olduğu bir ortamda ciddi oranda sebze yetiştirilmesi, ihraç edilmesi dahası ülke nüfusunun daha iyi beslenmesi açısından önemi büyük. Ayrıca ülkede tüketim kalıplarının farklı olması, israf ve artık ürün ortaya çıkmasını da engellemektedir.

Bir tarafta gıdanın mümkün olduğunca minimum oranda tüketiminin yapılması yanında diğer yanda israfın olması yukarıda bahsedilen sosyal yapının düzeltilmesi gereğini ortaya çıkarmaktadır. Ancak bunu düzeltebilecek irade ne yazık ki mümkün görünmemektedir.
Mithat Direk