İlhan Omar’a yönelik medya saldırısı şaşırtıcı değil

ABD'de İlhan Omar'a yönelik medya üzerinden yürütülen linç kampanyası, tamamen İsrail’i eleştirilerden korumak ve Siyonizm’le Yahudiliğin arasındaki sınırları belirsiz hale getirme maksadı güdüyor.

İlhan Omar’a yönelik medya saldırısı şaşırtıcı değil
Yayınlanma:

Amerikan-İsrail Halkla İlişkiler Komitesi'nin (AIPAC) geçtiğimiz günlerde gerçekleştirdiği senelik konferans, hem ABD’de hem de Orta Doğu’da büyük siyasi kargaşaların yaşandığı bir zamana denk geldi. AIPAC’in Amerikan siyasetinde ve kendi bünyesinde gerçekleştirilen organizasyonlarında muazzam derecede nüfuzlu bir rolü olduğu sır değil. Hususen, senelik AIPAC Siyaset Konferansına genellikle Washington D.C.’den ve sair yerlerden üst düzey siyasi katılım olur.

Bu yılki buluşmada, Demokratik Kongre Üyesi İlhan Omar’a ağır eleştiriler yapıldı. Mesela, ABD Başkan Yardımcısı Mike Pence, “geçtiğimiz günlerde, Kongre’deki taze bir Demokrat, kinayeli ifadelerle Yahudi düşmanlığı irtikap etti” dedi. Pence sözlerine şöyle devam etti: “Birleşik Devletlerle İsrail arasındaki tarihi ittifakı destekleyenlere iftira atan hiçbir kimsenin Birleşik Devletler Temsilciler Meclisi’nin Dış İlişkiler Komisyonu’nda bir sandalyesi olmamalıdır.” [1]

Temsilci Omar’ın sırf antisemitik olsun diye herhangi bir ifade kullanmadığını tespit etmek çok zor değil. Omar twitter üzerinden [2] AIPAC’ın Washington’daki nüfuzunun mahiyetine dair yorumlarda bulundu. Bununla birlikte, sözleri çarpıtıldı ve bağlam dışına çıkarıldı.

Omar’a yönelik karalama kampanyası, azınlık grupları ve kadınların daha fazla temsil edilmesinin önünü açan bu yeni genç siyasi aktivizm dalgasını bastırmaya yönelik bir girişim. Azınlıkların siyasal alanda artmakta olan etkisi, muhakkak ki Cumhuriyetçi Parti’nin seçmen tabanında hoş karşılanmıyor. Cumhuriyetçiler, kentsel ve kırsal merkezlerin azınlık adaylarına kaybedilmesine şüpheyle yaklaşıyor. Cumhuriyetçi Parti’ye seçim zaferini getiren mevcut demografik yapı, temel olarak muhafazakar beyazların teşkil ettiği yaşlanan bir nüfusa dayandığından, ABD’de siyasetin yeni dinamikleri uzun vadede iktidar dengesini değiştirecek bir mecraya oturmuş bulunuyor.

Bu dönüşüm zaten seçimlerdeki reflekslere etki ediyor. Örneğin, 7 Kasım 2018’in sonrasında, Demokratlar, Temsilciler Meclisi’nde 223 sandalyeli bir çoğunluk elde etmeyi başardılar. Bu bağlamda, Somalili bir mülteci olan İlhan Omar ve Rashida Tlaib Kongre’ye seçilen ilk Müslüman kadınlar oldu.

Ne ilginçtir ki Omar ve Tlaib bu son AIPAC tartışmasında özel olarak hedef alındılar. Örneğin, AIPAC’ın en büyük bağışçılarından biri olan Adam Milstein, bu iki Müslüman kadın temsilcinin değerlerinin “Amerikan değerleriyle çarpıştığını” [3] söyleyerek Omar ve Tlaib'i Müslüman Kardeşler’in temsilcileri olmakla suçladı. [4]

Bu tür suçlamalarda yaşanan patlama, ABD’deki güç merkezlerinin sabrının tükenmekte olduğunun bir göstergesi. Bu güç merkezleri siyasi süreçler üstünde çok sıkı bir kontrol sahibi olmaya ve siyasi tartışmaların ana hatlarını hiçbir muhalefetle karşılaşmadan belirlemeye alışık. Buna karşılık, halk tabanındaki örgütler tarafından ortaya konan güçlü karşı-anlatılar, mevcut statükoyu inkıtaya uğratıp onun bâtıl yönlerini ifşa ediyor.

Ülkedeki siyaset dünyasına yeni adım atanlar, ABD’ye ve onun dünyadaki rolüne farklı bir gözle bakıyorlar. Bu kişiler demokratik idealleri ve insan haklarıyla ilgili bütün değerleri hem ABD içinde hem de dışında desteklerken ABD’nin militarist politikalarına karşı çıkıyorlar. Bu duruş, uzun vadede, ABD-İsrail ittifakının üstüne oturduğu temelleri sarsacaktır.

ABD-İsrail stratejik ortaklığı, en başta Orta Doğu’daki jeopolitik çıkarları olmak üzere, iki taraf arasındaki ortak menfaatlere dayanıyor. Ayrıca, bu ittifakın üzerine oturduğu, çok derinlere giden ve neo-muhafazakar doktrin ile ve oryantalizmin ortaya koyduğu önyargıların bir karışımından oluşan ideolojik bir temel de var. Bu bağlantı, akademisyen Rabab Abdulhadi’nin ifadesiyle, “Araplara ve Müslümanlara yönelik nefret, İsrail’le özdeşleşmek ve aşağı, ilkel [ve] geri olarak görülen, küresel Güney’in sömürgeleştirilmiş ‘Üçüncü Dünya’ insanlarına yönelik bir ırkçılığa dayanıyor”. (Abdulhadi, R.(2004). Imagining Justice and Peace in the Age of Empire. Peace Review, 16(1), 85-89)

Bu nedenle medyada Omar ve diğerlerine yöneltilen ağır eleştiriler şaşırtıcı değil. Yaşananlar, kurumsal iktidarın verdiği tepkinin bir parçası sadece. “Halkın” verdiği olumsuz tepkiler, ABD dış politikasının dünyada oynadığı rol ve bu politika yüzünden ortaya çıkan neticelerle ilgili her türlü ciddi tartışmayı boğmak üzere, muhalif anlatılara ve duruşlara yönlendirilir. Bu çerçevede kanaat önderleri, akademisyenler, gazeteciler ve aktivistlere yönelik taciz çok çeşitli şekiller alır: Sosyal medyada yürütülen nefret kampanyaları, reklamlar [5], trol saldırıları, mektuplar, telefonlar, konuşmalar ve açılan davalar bunların bazıları...

Omar’a ve onunla benzer düşüncelere sahip politikacılara gözdağı vermek için kullanılan retorik araçların arasında İsrail eleştirisiyle antisemitizm arasında bağlantı kurulması da var. Böylesine yanıltıcı ve “ambalajı çoktan hazır” bir netice, tartışmayı, hem sahneye konulan siyasi ajandayı hem de mesnet teşkil edecek sağlam gerekçelerin yokluğunu gizleyecek bir çerçeveye sokmaya yarıyor. Bu sıralar yaşanan tartışmanın antisemitizmle hiçbir alakası olmadığı gibi tamamen İsrail’i eleştirilerden korumak ve Siyonizm’le Yahudiliğin arasındaki sınırları belirsiz hale getirme maksadı güdüyor.

Sonuç olarak, özellikle de böylesine bir bilgi patlaması yaşanan bir çağda ABD’nin İsrail politikasının arkasında yatan gerekçeleri sorgulayanları susturmak mümkün değil. Aynı şekilde, ABD’deki sivil toplum örgütlerinin kendi anlatılarını dolaşıma sokmak ve ayrıca kamusal alanda yayılmakta olan yanlış bilgilere engel olmak için medyada daha sağlam bir temsil gücüne erişmesi olmazsa olmazdır. Bunun başarılması durumunda demokratik politikalar ve sorumlu gazetecilik de güç kazanacaktır.

Son olarak, bu en son karalama kampanyası İlhan Omar’ı “ibret-i âlem” yapma maksadı güttüğü için Omar’ın kampanya fonuna bağışta bulunmak, muktedir kurum ve kuruluşların alternatif sesleri sansürleme gücünü azaltmanın yeterli derecede etkin bir yolu olacaktır.

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.